Behlül Özkan: Dış Politikada Anti - Kemalizmin İflası
Behlül Özkan, AKP yönetiminin dış politikasının iflasını anlatıyor.
Türkiye 15 yıldır ideolojisi Siyasal İslam olan AKP’nin tek parti iktidarı tarafından yönetiliyor. Bunun 1923-38 arasında Cumhuriyet’i kuran ve devrimleri gerçekleştiren Atatürk dönemine süre açısından denk geldiği; AKP’nin 2019 seçimlerine kadar iktidarda kalacağı öngörüldüğünde Atatürk döneminden daha uzun bir süre Türkiye’yi yöneteceği gerçeği çarpıcı şekilde karşımızda duruyor. Dolayısıyla AKP’nin 15 yılı geçen tek parti iktidarı, Siyasal İslam’ın vizyonunu ve ideallerini nasıl gerçekleştirdiğine dair bize önemli bir değerlendirme yapma fırsatı veriyor. Bu döneme damgasını vuran dinamiği, Makyevelli’nin “amaca giden her yol mubahtır” sözüyle özetleyebiliriz. Gerçekten de iktidarını korumak için her türlü tavır alışı ve uygulamayı meşru gören, pragmatizmin ve oportünizmin doruklarında dolaşan bir siyaset anlayışına tanıklık ediyoruz. Aslında toplumun en kutsal değerlerinden dini siyasi çıkarları için kullanmayı temel alan Siyasal İslam’ın iktidarında daha farklı bir siyaset anlayışı beklemek ne kadar gerçekçiydi? Eminim İslamcılar ve ona dışarıdan destek verenler arasında, bu soruyu kendi kendisine yönelterek yaşadığı derin hayal kırıklığı üzerine düşünen çok sayıda kişi bulunmakta. Son dönemde AKP iktidarına yönelik, hayal kırıklığı yaşayan bu cenahtan gelen “gerçek İslamcılık bu değil, bu olamaz” çıkışlarına yönelik Siyasal İslam tam da bu yaşadığımız, ne bekliyordunuz ki cevabını verebiliriz. AKP dönemi dış politikası, bu gerçekliğin tüm çıplaklığıyla ortaya çıktığı bir alan.
90 yılı aşan Cumhuriyet döneminin dış politikasını, AKP öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırabiliriz. AKP öncesi dönemin dış politikasına farklı partiler yön vermiş olsa da, dış politikanın partiler üstü bir anlayışla yönetilmeye çalışıldığını söyleyebiliriz. Türkiye’nin en köklü kurumlarından biri olan Hariciye bürokrasisinin dış politikanın partiler üstü konumunu korumasında önemli bir etken olduğu kuşkusuz. Bir diğer önemli noktaysa, sağdan veya soldan olsun iktidara gelen farklı partilerin dış politikayı partizanca anlayıştan uzak bir şekilde, Türkiye toplumunun tamamının güvenliğini ilgilendiren bir alan olarak değerlendirmesiydi. Dolayısıyla AKP öncesi Türkiye dış politikasını belirleyen başat kavram, parti çıkarlarının ötesine geçerek ihtiyatlı davranmaktı. İhsan Sabri Çağlayangil, Hikmet Çetin, İsmail Cem gibi dışişleri bakanları siyasette partiler üstü kimlikleriyle ön plana çıktılar.
"AKP’nin 15 yılı geçen tek parti iktidarı, Siyasal İslam’ın vizyonunu ve ideallerini nasıl gerçekleştirdiğine dair bize önemli bir değerlendirme yapma fırsatı veriyor."
AKP’nin 2002’de iktidara gelmesiyle birlikte Hariciye bürokrasisine yöneltilen “monşerler” eleştirisi; tam da bu partizanlıktan uzak, dış politikada ihtiyatlı hareket etmeyi temel düstur edinen siyaset anlayışını kendisine hedef alıyordu. AKP içeride iktidarını sağlamlaştırmak için başta ordu ve yargı olmak üzere bürokrasinin kendisinden olmadığını düşündüğü tüm kesimlerini tasfiye etmeyi amaçladığı 2002-2011 döneminde, bu amacını gerçekleştirmek için “komşularla sıfır sorun” ilkesini dolaşıma soktu. Dış politikada AB ve ABD ile yakın ittifaklar kurarak bunu içerideki iktidar savaşında kendi çıkarları doğrultusunda kullandı. Davutoğlu döneminin dışişleri bakanlığı tarafından yayınlanan sözlüğünü kaleme alacak kadar AKP’ye yakın bir akademisyenin dış politikaya dair 2012’de yaptığı tespitlerle, bunun içeriden nasıl algılandığını bizlere göstermekteydi: “dış politika üzerinden Kemalist bloğa ve onu iktidar ilişkilerindeki hâkim pozisyonunu sürekli kılan kurumsal yapılara yönelik bu çift taraflı tahrip Türkiye’deki iktidar ilişkilerinin dönüşmesine yönelik yapılan analizlerde gözden kaçırılmaması gereken en önemli unsurdur. Diğer bir ifadeyle, dış politik söylem ve pratikleri ‘ulusal çıkar’ gözlüğünden okuduğumuzda ıskalayacağımız en önemli ayrıntı bu söylem ve pratiklerin iktidar ilişkilerinde (sürdürülmesinde, altüst edilmesinde, değişmesinde, ya da yerini yenisinin almasında) ne anlama geldiği konusudur”. Kısaca “Kemalizmle hesaplaşmak” adı altında toplumun tamamının güvenliğini ve geleceğini ilgilendiren dış politika, “ulusal çıkar” dikkate alınmaksızın içerideki iktidar savaşına alet edildi. Bu partizanca yaklaşımın doğal sonucu olarak AKP içeride Cumhuriyet döneminde benzeri görülmemiş bir tek parti iktidarı kurarken, dış politikadaysa geçtiğimiz 90 yılda hiç görülmediği ölçüde Türkiye güvenlik sorunlarıyla baş başa kaldı.
2011 Arap İsyanlarıyla birlikte dış politika hedefi; Tunus’tan Suriye’ye kadar uzanan coğrafyada AKP’nin kendisine ideolojik müttefik olarak gördüğü Müslüman Kardeşler partilerinin iktidara gelmesiyle kurulacak İhvan kuşağı ve bunun liderliğini üstlenecek Türkiye olarak belirlendi. Ancak birkaç yıl içinde ne Müslüman Kardeşlerin bu ülkelerde iktidara gelebileceği, ne de Ankara’nın bu liderliği gerçekleştirebilecek imkân ve olanaklara sahip olduğu anlaşıldı. AKP’nin dış politika hedeflerinin Türkiye’yi Ortadoğu ülkelerinde çıkan iç çatışma ve savaşların tarafı haline getirmesi, özellikle de “Suriye bizim iç meselemizdir” anlayışla çıkılan yolda Suriye kaynaklı terörün başta Ankara ve İstanbul olmak üzere büyükşehirleri hedef alması ciddi bir güvenlik krizinin ortaya çıkmasına neden oldu. Bir yandan Türkiye son birkaç yıldır Cumhuriyet tarihinin en büyük çaplı terör saldırılarıyla karşı karşıya kaldı. Diğer yandan da Cumhuriyetin Anadolu’yu Ortadoğu’dan kopardığı iddiasını tersine çevirmek, sınırları geçersiz sayarak Ortadoğu’yla bütünleşmek amacıyla belirlenen dış politika Türkiye’yi Ortadoğu’dan koparmak noktasına getirdi. Bu gidişatı durdurmak ve Türkiye’nin güney sınırlarının PYD tarafından kapatılmasının önüne geçebilmek için Fırat Kalkanı operasyonuyla 90 kilometre genişliğinde bir alan kontrol altına alındı. Ancak Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığının, Ankara’yı hem Batılı müttefikleriyle hem de Rusya ve İran gibi bölge ülkeleriyle hassas bir dengeyi sürekli sürdürmek zorunda olduğu bir konuma getirdi.
"AKP içeride Cumhuriyet döneminde benzeri görülmemiş bir tek parti iktidarı kurarken, dış politikadaysa geçtiğimiz 90 yılda hiç görülmediği ölçüde Türkiye güvenlik sorunlarıyla baş başa kaldı."
Kısaca 2011 sonrasında izlenen dış politika Türkiye’yi Ortadoğu’daki çatışma ve savaşların tarafı yaparken, Ortadoğu kaynaklı güvenlik sorunlarının ülke içine ithal edilmesi sorununu da beraberinde getirdi. Ancak özellikle son aylarda bu dış politika anlayışının bir başka boyutuyla Avrupa ile ilişkilerde de sürdürüldüğünü gözlemliyoruz. Hollanda ve Almanya ile yaşanan krizlerin içeride seçim sürecinde iktidarın çıkarları doğrultusunda iç politika malzemesi yapılması ve bu ülkelerde yaşayan Türklerin dış politikanın araçları olarak değerlendirilmesi hem Türkiye, hem de Avrupa’da yaşayan Türkler için ciddi sorunlar barındırıyor. Avrupa ülkelerinin kendi sınırları içinde yaşayan Türkleri dış politika sorunu olarak görmesinin yanında, Kürt meselesini uluslararasılaştırarak bunu Ankara’ya karşı koz olarak kullanabilecekleri yönünde sinyaller alınıyor. Bulgaristan seçimlerinde Ankara’nın Dost Partisi’ne karşı takındığı tutum ve Bakan Müezzinoğlu’nun Bulgaristan’daki “dinamiklerin Türkiye dinamikleriyle paralel yürüyebilmesi için de Dost Birliği organizasyonu kuruldu” açıklaması Sofya ve Türklerin geniş desteğini alan Hak ve Özgürlükler Hareketiyle sorunlar yaşanmasına neden oldu. Ortadoğu’ya yönelik olarak izlenen ve Türkiye’yi ciddi bir faturayla baş başa bırakan dış politikanın bir model olarak Avrupa ülkeleriyle ilişkilerde kullanılması, Batıyla ciddi krizler yaşanmasını beraberinde getirebilir.
"AKP dış politikası Kemalizmle hesaplaşmak üzerinden Cumhuriyet döneminin temel birikim ve mirasını tasfiye etmeye çalıştı."
AKP dış politikası Kemalizmle hesaplaşmak üzerinden Cumhuriyet döneminin temel birikim ve mirasını tasfiye etmeye çalıştı. Türkiye’de 1945 sonrasında oluşan anti-komünizm temelli Soğuk Savaş devlet yapılanmasının zaman içinde ideolojisini Türk-İslam sentezine dönüştürdüğü; bu bağlamda 1945 sonrasında Türkiye’de Kemalizm nedir, siyasette temsilcileri kimlerdir sorularını şimdilik bir kenara bırakalım. Ancak bu noktada, 1923 sonrasında Türkiye’yi kesintisiz bir şekilde yönettiği iddia edilen Kemalist iktidar blokunun siyasi gerçeklikle yakından uzaktan ilgisi bulunmadığının altını çizmek gerekiyor. 2002 sonrası dış politikada Kemalizm bir boş gösteren olarak kullanılarak, Siyasal İslam anti-Kemalizm üzerinden iktidar ve hegemonya kurma mücadelesi verdi. Dış politika ve güvenlik alanında yaşanan varoluşsal krizler neticesinde, 2017 itibariyle bu mücadele dış politikada anti-Kemalizm’in iflasıyla sonuçlandı.
1.SAYI "Hayır"ı Anlamak

Turgut Kazan: “16 Nisan, Türkiye’nin Anayasasızlaştırılması Harekatıdır.”
07 Haziran 2017, Çarşamba
Ümit Özdağ: “16 Nisan referandumu kirlidir”
07 Haziran 2017, Çarşamba
İlhan Kesici- AKP’nin ekonomik başarısı “üfledikleri efsaneler”den ibarettir
07 Haziran 2017, Çarşamba
Ercan Karakaş: Referandumda Kazanan ‘Demokrasi Bloğu'dur
07 Haziran 2017, Çarşamba
Yunus Emre: CHP, Referandum ve Hayırlar
07 Haziran 2017, Çarşamba
Burak Cop - Üç farklı araştırmanın ışığında Hayırcılar
07 Haziran 2017, Çarşamba
Emre Bağce- Referandum Sürecinde ve Sonrasında Saadet Partisi’nin Kritik Rolü
07 Haziran 2017, Çarşamba
Faik Çalışan: Kuvveden Fiile “Hayır” Hareketi
07 Haziran 2017, Çarşamba
Güven Gürkan Öztan: Saray Aritmetiğinde Yanlış Hesap: AKP’li Fireler Üzerine
07 Haziran 2017, Çarşamba